Ürün Paketleri Neden Küçülüyor?

En sevdiğiniz bisküvinin biraz daha küçük olduğunu ya da sevdiğiniz çikolatanın paket tasarımının aynı olmasına rağmen miktarının azaldığını hiç fark ettiniz mi? Eğer bu durumu fark ettiyseniz dikkatli bir tüketicisiniz demektir. Çünkü gıda sektörü, üretimde böyle bir yönteme başvurmaktadır. Peki paket tasarımı ve ürünün tadı değişmezken, ürünlerde gramaj neden düşmekte? Gelin hep birlikte bunun nedenlerini inceleyelim.

Fiyat Aynı Ama Ürün Aynı Değil!

Dünyada sıklıkla kullanılan bir uygulama olan shrinkflasyon, günümüz koşullarında da kullanılmaya devam etmekte ve gıda sektöründe paketlerin küçültülmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Ekonomi terimlerinden biri olan shrinkflasyon; bir ürünün boyutunu ya da miktarını ürünün fiyatı sabit kalırken veya artarken küçültme uygulamasıdır. Bazı durumlarda, fiyat aynı kalırken ürünün veya ürün bileşenlerinin kalitesinin düştüğü de görülebilir.

Bu uygulama, uzun yıllardır gıda endüstrisi tarafından fiyat noktalarını düşük tutmak için bir ürün azaltma stratejisi olarak kullanılmaktadır. Çünkü, tüketiciler ürünler için daha fazla para ödemeyi sevmez. Shrinkflasyon, gıda sektöründe vazgeçilmez bir uygulama olmaya devam edecek gibi görünüyor. Dondurma, cips paketleri, bisküviler, çikolatalar veya makarna ambalajları gibi birçok ürün miktar olarak küçültülüyor. Üreticiler miktarı azaltılan ürünü, eski ürün gibi aynı fiyattan sattığından tüketiciler bu durumun farkında değiller. Shrinkflasyonun birçok tüketici tarafından fark edilmemesinin bir başka nedeni; tüketicilerin fiyata daha duyarlı olmaları, ürün ambalajındaki küçük farklılıklara dikkat etmemeleri veya bir ürünün boyutu veya net miktarı ile ilgili ayrıntıları okumamalarından kaynaklanmaktadır.

Rekabetçi gıda sektörü göz önüne alındığında, yüksek fiyatlar üreticiyi zorlar. Ve bunu ürün fiyatlarına yansıtmak zorunda kalırlar. Shrinkflasyon, şirketlerin satış değerlerini korurken maliyetleri azaltarak, faaliyet marjlarını ve kar oranlarını artırmalarına olanak sağlar. Özellikle enflasyona göre fiyatların yükseltilmesine alternatif olarak kullanılmaktadır. Gıda şirketleri, marjlarını büyük ölçüde kimseyi üzmeden korumanın yolunu bu şekilde bulduklarını düşünüyorlar. Ama doğruyu söylemek gerekirse, gıda şirketleri tüketiciyi gerçekten yanıltmıyor. Ağırlık ve hacim bilgileri herhangi bir etiketli ambalajın üzerinde kolayca bulunabilecek bir yere yerleştiriliyor. Bu sayede tüketici, satın aldığı ürünün net miktarını rahatlıkla görebilir. Ve kendi rızası ile satın alma işlemi gerçekleştirir.

Firmaların Başka Hangi Seçenekleri Var?

Gıda üretiminde maliyetler arttığında, bir gıda şirketinin temel olarak üç seçeneği vardır:

  1. Ürünün fiyatını yükseltmek
  2. Daha küçük paketlerde satış yapmak
  3. Ürün içeriğinin değiştirilmesi

Bu üç seçenek incelendiğinde ürün içeriğinin değiştirilmesi ve farklı kalitede fakat daha uygun fiyatlı malzeme kullanılması ürünün maliyetini düşürür. Ancak tüketicinin alıştığı tadı bulamamasına ve tüketicinin bir daha o ürüne yönelmemesine neden olur. Dolayısıyla mevcut ürünün içeriğini değiştirmek yerine, aynı kalite ve lezzetteki o ürünün birim hacmini azaltmak hem üreticiyi hem de tüketiciyi daha mutlu edecektir.

Peki Tüketicilerin Satın Alma Davranışları Ne Yönde?

Tüketicilerin satın alma davranışları analiz edildiğinde, sonuçlar gıda firmalarının doğru yolda olduğunu gösteriyor. Çünkü tüketicilerin çoğunluğu, bir ürünü almadan önce ilk olarak fiyatına dikkat ediyor. Tüketiciler ürün miktarlarının azaldığını ise genellikle fark etmiyor. Firmalar bu durumda ürünlerinin fiyatlarını değiştirmek yerine ürünün net miktarını azaltma gibi bir politika izliyor.
Yapılan araştırmalarda, bir ürünün tadının ne kadar güzel olduğunu hatırlayan tüketicilerin, başka seçenek sunulmadığında daha az ürün miktarına daha fazla ücret ödemeye istekli olduklarını da gösteriyor. Gıda üreticileri bu durumda var olan lezzetlerini korumalı ya da geliştirmeliler.

KAYNAKÇA

https://www.thestreet.com/phildavis/news/shrinkflation-when-less-is-not-more-at-the-grocery-store

https://silo.pub/bureaucracy-community-and-influence-in-india-society-and-the-state-1930s-1960s.html

https://www.liberta.it/news/green-future/2022/05/27/stesso-prezzo-meno-prodotto-nelle-confezioni-lantitrust-indaga-sulla-shrinkflation/

https://thefifthskill.com/why-shrinkflation-means-you-are-paying-the-same-for-less/

Bir Buğday Tanesi

Buğday, Dünyada yetiştiriciliği yapılmış tek yıllık otsu bir bitki olmak ile birlikte serin iklimi seven bir bitkidir. Çoğu ülke için çok önemlidir ve beslenmenin gerçekleşmesi için gereklidir. Dünyada üretimi gerçekleştirilen tarım ürünleri arasında birinci sırada olan bir kültür bitkisidir. Adaptasyon olarak kolay uyum sağladığı için ekimi ve yetiştiriciliği de kolaydır. Tarımda miktarı her geçen yıl artış göstermektedir. Yetiştiriciliğinin artmasının nedenleri arasında artan nüfus ve kolay yetiştiriciliği gösterilebilir. Buğdayın ilk yetiştiriciliğinin Ülkemizin de içinde bulunduğu Mezopotamya’da yapıldığı bilinmektedir.

Adaptasyon yeteneğinin fazla olması, kullanım alanlarının çeşitliliği, besinsel değeri, yetiştirme ve saklama koşullarının kolay sağlanabilmesi nedeniyle Ülkemizde de ekiliş ve üretim açısından birinci sırada yer alan bir bitki çeşididir. İnsan ve hayvan beslenmesinde büyük bir enerji, protein ve diyet lifi kaynağı olarak kullanılmaktadır. Dünya nüfusunun toplam kalori ihtiyacının yaklaşık beşte birini sağlamaktadır. Glüten yapısına sahip olması nedeniyle ekmek yapımı için en uygun tahıldır. Aynı zamanda birçok gıdanın da ana maddesidir.

Buğday tanesi; uygun beslenme değeri, saklama koşullarındaki ve işlenmesindeki kolaylıklar nedeniyle yaklaşık olarak 50 ülkenin temel besin kaynağıdır. Buğday, dünya nüfusuna bitkisel kaynaklı besinlerden sağlanan toplam kalorinin yaklaşık % 20’sini, ülkemizde ise %53’ünü sağlamaktadır. En çok kullanım unlu mamuller olsa da birçok gıda ve sanayi alanında da kullanım gösterir. Makarna, irmik, bulgur ve bisküvinin ana maddesi buğdaydır. Aynı zamanda biyoyakıt ve yem üretilmesinde kullanılan temel bir besin maddesidir. Stratejik olarak büyük öneme sahiptir. Bu anlamda her ülke, herhangi bir doğal afet veya savaş gibi olağanüstü durumlar için mutlaka belirli bir miktar stok eder.

Buğday çeşitleri ekim zamanı ve rengine göre ikiye ayrılırlar. Ekim zamanına göre; Şubat-Mart ayında ekimi yapılan yaz buğdayının Ağustos ayında hasadı yapılır ve verimliliği az olur. Durum buğdayı buna örnektir. Kış buğdayının ise ekimi, Ekim ayında yapılırken Haziran ile Ağustos arasında hasadı yapılır. Bu aylarda güneşten daha çok yararlanabildiği için verimlilik daha fazla olur. Buğdayları rengine göre Kırmızı ve Beyaz buğdaylar olarak ikiye ayırırız. Kırmızı buğday koyu renkli buğdayları kapsar. Örnek olarak Pehlivan ve Bezostaya çeşitleri verilebilir. Beyaz buğday çeşidi ise açık renkli buğdayları kapsar. Cumhuriyet, Gerek, Tosunbey çeşitleri örnek verilebilir.

Kaynakça:

Bekir, A. T. A. R. “Gıdamız buğdayın, geçmişten geleceğe yolculuğu.” Yalvaç Akademi Dergisi 2.1 (2017): 1-12.

 

 

Geçmişten Günümüze Tarhana

Bu yazımızda özellikle kış mevsimi denince akla gelen tarhana çorbasından bahsedeceğiz. Ülkemizde yöreden yöreye malzemeleri değişen tarhananın evden eve de yapılış şekli farklılık göstermektedir. Gelin hep birlikte tarhanayı daha yakından tanıyalım.

Tarhana Nedir?

Türk Standartları Enstitüsü (TSE)’ne göre tarhana: ‘‘Buğday unu, kırması, irmik veya bunların karışımı ile yoğurt, biber, tuz, soğan, domates, tat ve koku verici, sağlığa zararsız bitkisel maddelerin karıştırılıp yoğrulduktan ve fermente edildikten sonra kurutulması, öğütülmesi ve elenmesiyle elde edilen bir gıda maddesi’’ olarak tanımlanmaktadır.

Emeğinizi karşılıksız bırakmayacak lezzet: Tarhana yapımı ve çorbası tarifi | Tarhana nasıl yapılır?
Toz Tarhana

Geçmişi çok uzun yıllar önceye dayanan tarhanayı tarihteki ilk hazır toz çorba karışımı olarak adlandırabiliriz. Tarhanayı diğer çorbalardan ayıran pek çok önemli özelliği bulunmaktadır. Kurutulmuş bir ürün olmasıyla günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz bozulmalara karşı uzun raf ömrüne sahip, aynı zamanda fermente bir ürün olduğundan mikrobiyolojik olarak da diğer kuru gıdalara kıyasla zengin bir içeriğe sahiptir.

Sütlü Tarhana Çorbası Tarifi, Nasıl Yapılır? -Yemek.com - Yemek.com
Tarhana Çorbası

Ülkemizde yaklaşık 50 çeşit tarhana bulunmaktadır. Ayrıca Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından tescillenmiş ve coğrafi işaret almış pek çok çeşidimiz de vardır. Bunlardan bazıları; Maraş Tarhanası, Bolu Kızılcık Tarhanası, Muğla Göce Tarhanası, Uşak Tarhanası, Kütahya Kızılcık Tarhanasıdır.

Farklı tarhana türlerine dair incelemeler yapılmış besin içeriği belirlenmiştir. Ancak standart bir bileşime sahip olmamasından kaynaklı olarak genellikle yöresel damak tadı ve kültürel alışkanlıklara göre malzemeleri belirlenen tarhananın sabit bir besin içeriği tablosu yoktur.

Tarhana ilk olarak nasıl bulunmuştur?

Tarihsel kaynaklara göre ilk olarak Orta Asya’da Türkler tarafından üretildiği düşünülmektedir. Daha sonraları göçlerle diğer ülkelere yayılmıştır. Geçmişte yine Türkler tarafından bulunmuş kurut da tarihsel kaynaklarda bir çeşit tarhana olarak adlandırılmaktadır. Kurut ise yoğurdu daha uzun süre muhafaza etmek için bulunmuş bir üründür.

‘Tarhana’ adını nereden almıştır?

Tar kelimesi Divanı Lügat-it Türk’te “yazdan kışa saklanan yoğurt“ olarak kullanılmış bir sözcüktür. Türk sözlüklerinde ise günümüzdeki tarhanaya benzer kelimeler, Kıpçak ve Mısır Memluk Türklerine ait deyişlerde tarhanah şeklinde kullanılmıştır. Farsçada ise terhuvâne ve terhîne olarak isimlendirilir.

Tarhana son zamanlarda değişen tüketim alışkanlıklarına mükemmel şekilde uyum sağlar. Katkı ve koruyucuya ihtiyaç duymaması, yüksek lif düşük kalori içermesi ile sık tercih edilebilir bir üründür.

Maraş Tarhanası

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı tarhanos-tarhana-1024x799.jpg
Maraş Tarhanası

Maraş tarhanası 2010 yılında koruma altına alınmış olup ülkemizde yeri bir başkadır. Maraş tarhanası içeriği yalnızca buğday dövmesi ve yoğurttan oluşur. Bu çeşit sadece çorba olarak değil farklı şekillerde de tüketilebilmektedir. Pişme aşamasında yoğurt ilavesiyle yemek olarak, yarı kurutulmuş halde (firik) olarak ve kurutulmuş tarhana cipsi olarak tüketilebilir. Farklı aromalarla lezzetlendirilen tarhana cipsi sağlıklı alternatif arayanlar için oldukça uygun bir seçenektir.

Maraş tarhanasının tarihine de bakacak olursak çeşitli kaynaklardan alınan bilgilere göre Yavuz Sultan Selim Han’ın Dulkadiroğlu beyliği zamanında çıkacağı Mısır seferi için soğuktan etkilenmeyecek sıcakta bozulmayacak bir yiyecek istemiştir. Bunun üzerine Kahramanmaraş’ın bir ilçesi olan Elbistanlı annesi Ayşe Hatunun yönlendirmeleri ile Maraş Tarhanasının ortaya çıkmış olduğu düşünülmektedir.

Tarhananın Faydaları nelerdir?

  • Fermente bir ürün olması sebebiyle bağırsak florasını düzenlemeye yardımcı olur.
  • Kolay sindirilebilme özelliği vardır.
  • Yüksek miktarda vitamin ve mineral maddeler içeren sebzeler ve baharatlarla hazırlanmaktadır.
  • Zengin içeriği kendine özgü bir lezzeti vardır.
  • Farklı tüketim alternatifleriyle her yaş grubuna hitap eder.

Faydaları saymakla bitmeyen tarhanayı sizler de dört mevsim ve özellikle kış aylarında çorba olarak tüketebilirsiniz. Ayrıca artık raflarda daha sık görmeye başladığımız farklı lezzetlerle zenginleştirilmiş tarhana cipslerini dilediğiniz zaman atıştırmalık olarak tüketebilirsiniz. Tarhanaya dair tüm merak ettikleriniz için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Kaynakça

TPE.(2017).http://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/6B3F914 C-E72C-437C-8A30-F50C51DE0A23.pdf.”coğrafi işaretler başvuru klavuzu”. Erişim tarihi: 27.04.2017.

Dayısoylu KS, İnanç AL, Duman AD, Gezginç Y, Özsisli B, 2002. Model Kahramanmaraş tarhanası. Hububat Ürünleri Teknolojisi Kongre ve Sergisi, 3-4 Ekim, Gaziantep, 485- 491.

Yörükoğlu T, 2012. Maraş tarhanasının bazı özelliklerinin belirlenmesi. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Gıda Mühendisliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş, Türkiye, 70 s.

TSE. (2002). Tarhana Standardı TS 2282. Ankara: Türk Standartları Enstitüsü

Çekal, N. ve Aslan, B. (2017). Gastronomik bir değer olarak tarhana ve coğrafi işaretlemede tarhananın yeri ve önemi. Güncel Turizm Araştırmaları Dergisi, 1(2),124-135.

Yeni Bir Pastörizasyon Tekniği: MST

Günümüzde doğal ya da doğala özdeş gıdalara ilgi gün geçtikçe artmaktadır. Bu ilgi vesilesiyle artan talep sonucu gıda endüstrisi; gıdaların işlenmesi sırasında meydana gelen besin kayıplarını, gelişen teknoloji ile üretim yaparak azaltmayı hedeflemektedir. Bu sebeple gıdalara uygulanan prosesler yeniliklere sürekli açık durumdadır. Gıda sektöründe ürünlerin proseslerinde yeniliklere gidilmesi çokça uğraş ve zaman gerektirmektedir.

Süt işleme teknolojisinde kullanılan en önemli iki teknoloji, mikroorganizmaların inaktivasyonunu sağlamak için pastörizasyon ve sterilizasyon işlemlerini içerir. Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda; yüksek sıcaklıklarda mikroorganizma inaktivasyonu sağlanırken, sütte var olan bileşenlerin yapısal özelliklerin değişmesine ve besin değerlerinin azalmasına sebep olduğu görülmüştür. Bu nedenlerden dolayı sektörde yeni proseslerin arayışına geçilmiştir.

MST (Milisaniye Teknolojisi); süt endüstrisinde ürüne hem tazelik tadı kazandıran hem de raf ömrünü uzatabilen yeni bir teknolojidir. MST ve HTST (High Temperature Short Time) pastörizasyon işlemleri aracılığıyla süt ürünlerine lezzet ve besleyicilik özellikler kazandırılırken, UHT (Ultra-High Temperature) pastörizasyon işlemi sayesinde de ürünlerin raf ömrü uzatılmaktadır. Milisaniye Teknolojisi, pastörizasyon işlemini milisaniyeler içinde gerçekleştirmek amacıyla sıcaklık yükselişinin etkilerini, basınçtaki düşüşle kombine ederek süt üreticilerine, tüketicilerin beklentilerini karşılayacak besin değerlerine sahip uzun ömürlü ürünler ortaya koymaktadır.

Yeni Pastörizasyon Tekniği Taze Sütün Raf Ömrünü Uzatıyor

MST, süt endüstrisinde iki ana pastörizasyon yöntemlerinden olan HTST ve UHT pastörizasyon işlemlerinin avantajlarını eksiksiz bir şekilde sunmaktadır. HTST pastörizasyon işlemi ile süt, yaklaşık 15 saniye boyunca 72°C ile 80°C arasında ısıtma ve ardından hızlı soğutma işlemlerine tabi tutulmaktadır. Bu pastörizasyon işlemi, taze sütün besin değerlerine ve aromasına zarar vermez fakat yaklaşık iki haftalık raf ömrü sunar.

UHT pastörizasyonu ise, sütü yaklaşık iki saniye boyunca 135°C ile 145°C arasında ısıtır. Ve ardından flaşla soğutur. Süt proteinleri denatüre olur. Süt 82°C ile 93°C arasındaki sıcaklık aralığında yandığından, UHT işlemi sütün lezzetini ve besinlerini bozar. Bu sebeple süt, taze olarak pazarlanamaz veya etiketlenemez.

MST ise HTST sürecine bir eklentidir. Düşük sıcaklık ve basınçta, süt üreticilerine ürünlerinin besin değerlerini ve lezzetini muhafaza etme sunar. Hem de ürünleri uzun süreli taze olarak pazarlamalarına fırsat verir.  MST, taze süte HTST pastörizasyonuna göre çok daha uzun, yaklaşık 30 gün veya daha fazla bir raf ömrü sunar.

Taze Sütler Artık Daha Uzun Ömürlü

MST sürecinin birincil geliştiricisi olan ve aynı zamanda JCS’nin kurucusu ve CEO’su Philip R. Frechette, “MST ile ilgili benzersiz olan şey, kimsenin mikropları patlatmak için sütten damlacıklar oluşturmayı düşünmemesidir” diye açıklamıştır. [2]

Aşağıdaki tabloda MST ve HTST işlemlerinin belirli parametreler üzerinden karşılaştırılması ayrıntılı olarak verilmiştir.

Karşılaştırma Tablosu [3]

Philip Frechette: MST, spor oluşturucuların vejetatif duruma (bakterileri çoğaltabilecekleri ve ürün bozulmasına neden olabilecekleri durum) girebilecekleri normal süreleri geciktirmelerine neden olmak amacıyla HTST sürecini geliştirme yöntemidir. Bu, HTST’nin ham rejeneratör, homojenleştiriciden sonra ve ısıtıcı bölümünün önüne yerleştirilen HTST pastörizatörüne bir eklentidir. Bu yöntem, HTST’nin soğutulmuş koşullarda 50 günden fazla sürecek süt üretmesini sağlayacaktır.

[2]

Frechette’ den aktarılan bilgiye göre; MST’de tam yağlı ve yağsız süt, çikolatalı süt, elma suyu, portakal suyu, hindistancevizi suyu ve gıda katkı maddeleri dahil birçok farklı sıvı ürünü çalıştırdıklarını ve diğer süt ürünleri ile teknolojiye meydan okuduğunu bildirmiştir. COVID-19 sırasında ise pazarlarındaki diğer sütler %10 düşerken, MST süt satışlarında %58,5 artış olduğunu belirtmiştir.

Peki MST Faydaları Nelerdir?

  • Uzatılmış raf ömrü sayesinde, tedarik Zinciriyle dağıtımı optimize eder;
  • İadeleri ve elden çıkarmaları azaltır.
  • Daha uzak mesafeler için nakliyeye izin verir.
  • Perakendecilerde, daha az bozulma nedeniyle kapasiteleri artırır.
  • Ultra Pastörize ile karşılaştırıldığında daha taze bir tadın elde edilmesine imkan verir.
  • Gıdanın besleyici değerini muhafaza eder.
  • MST vitamin bütünlüğünü korur, Ultra Pastörize yönteme göre önemli ölçüde daha az protein denatürasyonuna sahiptir.

MST’yi Proseslerinde Kullanmaya Başlayan Ve Deneyimlerini Aktaran Süt Ve Süt Ürünleri Şirketi:

Porto Riko’daki şirket, Porto Riko’da süt tüketimindeki düşüşü göz önüne aldıklarında, taze süt satışlarını artırmanın yollarını aramaya başladıklarını belirtmişlerdir. Yaptıkları araştırmaya göre; Porto Riko’da taze süt satın alan tüketicilerin yüzde 61’i, paketin üzerindeki son kullanma tarihini kullanıyorlardı. Bu sonuç üzerine şirket, taze süt ürünlerinin raf ömrünü uzatabilecek teknolojileri araştırmaya başladıklarını ve araştırma sonunda MST ile tanıştıklarını belirtiyorlar. Milisaniye Teknolojisini (MST) kullanarak, taze süt ürünlerinin raf ömrünü 12-13 günden 33 güne çıkarmayı başardıklarını açıklamışlardır.

Tres Monjitas sütü

Şirketin genel müdürü Gonzalez bulundukları konumu şu şekilde yorumlamaktadır: “MST sayesinde; dünyanın ilk uzun ömürlü pastörize sütünü, harika lezzet ve besin değerine sahip şekilde ürettik. MST bize, Virgin Adaları gibi yeni süt ürünleri pazarına girme fırsatı sunmaktadır. Artık diğer süt ürünleri şirketleriyle daha fazla rekabet halindeyiz. Bu şirketlerin çoğu 30 günden daha fazla raf ömrüne sahip UHT sür veya HTST ile işlem görmüş daha kısa raf ömrüne sahip süt üretmekteler. Bizim ürettiğimiz süt tazeliğini korurken daha uzun raf ömrüne sahip olduğundan bu şirketlerle rekabete girebiliyoruz. Sütümüz, lezzetin ve uzun raf ömrünün uyumunu en güzel şekilde sunmaktadır.”

[4]

KAYNAK

[1] KAPTAN, Binnur ve Gökçe KESER. “Süt Tedavisinde Kullanılan Termal Olmayan İşlemler.” Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 15.2 (2018): 101-106.

[2] https://www.jcs.com/products/millisecond-technology-by-jcs

[3] https://www.foodengineeringmag.com/articles/99642-novel-pasteurization-technique-extends-shelf-life-of-milk

[4] https://www.profoodworld.com/processing-equipment/article/21104447/puerto-rican-dairy-processor-uses-cuttingedge-pasteurization-to-redefine-fresh-milk-category

 

 

Sağlıklı Ekmek Hangisi?

Yaşamak için ne gereklidir diye sorsak herkes su ve ekmek der. Ekmek, ilk olarak eski Mısırlılarda hayatın önemli bir parametresi olmuştur. Hatta piramitleri inşa eden işçilere emekleri karşılığında ekmek veriliyormuş. Hala öyle değil mi? Ekmek parası için çalışıyoruz hepimiz. Peki hayatımızda bu kadar önemli bir yere sahip olan ekmeğin hangi çeşidi daha sağlıklıdır?

Beyaz ekmek ve tam buğday ekmeği birbirinden çok farklıdır. İkisi de ekmektir fakat içerik ve metabolik etkileri farklıdır. Rafine (işlenmiş) karbonhidrat olan beyaz ekmek üretilirken kullanılan un; kepek kısmı diğer kısımlarından ayrılmış ve geriye kalan kısım protein, lif, vitamin açısından zayıf ve de yüksek oranda nişasta içeren undur. Bu yüzden glisemik indeksi yüksektir. Yani kan şekerini aniden yükseltme potansiyaline sahiptir.

Kompleks (işlenmemiş) karbonhidrat olan tam buğday ekmeği üretilirken; protein, lif ve antioksidan içeriği yüksek olan, kepek kısmı ayrılmayan un kullanılmıştır. Bu yüzden kan şekerini aniden yükseltmez. Kan şekerinde ani yükselmeler vücut sağlığımız için istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden besleyiciliği yüksek, glisemik indeksi düşük olan ekmek tüketmeliyiz.

Evet, tam buğday ekmeği sağlıklı bir ekmektir ama ekmeğin fermantasyonunun da  sağlıklı gerçekleşmesi gerekir. Peki ekmeğin sağlıklı bir fermentasyon süreci geçirdiğini nasıl anlarız?

Sağlıklı bir ekmeğin yapım aşamalarına bakarsak ekmeğin kimliğini oluşturan en önemli aşama, olgunlaşma dediğimiz fermentasyon sürecidir. Ekmek hamur halindeyken oda sıcaklığında dinlendirilir. Bu süreçte, oluşacak ekmeğin hamuru  kabarırken bir yandan da aroma ve tat bileşikleri oluşmaya başlar. Ardından hamur kesilip, şekil verildikten sonra fermantasyon odalarında ikinci kez dinlenmeye alınır. Bu aşamada maya ortamdaki şekeri kullanarak CO₂ ve alkol  meydana getirir. Buğday proteini olan gluten, esnek yapısı sayesinde oluşan CO₂ gazının basıncına dayanır  ve CO₂ gazını tutar. Ekmek kabarır da kabarır (Tabii ki bu fermantasyon süreci olması gerektiğinden daha uzun olursa gluten CO₂ gazını tutamaz ve diğer hücrelerle birleşerek büyük oyuklar meydana gelir. Bu istenmeyen bir durumdur ve  sağlıksız bir fermantasyon sürecidir.). Fermantasyon bitiş noktasına gelir. Artık ekmeğin yolculuğunda fırın vardır. Ekmeğin pişmesi için 225-250 ⁰C sıcaklık uygulanır.  Sıcaklık  55-60 ⁰C’ye geldiğinde glutenin tuttuğu CO₂ buharlaşır. Ve gözenekler meydana gelir. Ekmeği kestiğinizde gördüğünüz gözenek yapısı ne kadar homojen dağılmış ve eşit büyüklükteyse o ekmek o kadar sağlıklı bir fermentasyon süreci geçirmiş demektir.

Kaynak

Erginkaya, Z., & Kabak, B. (2013). Fermente Gıdalar. Gıda Mikrobiyolojisi (s. 434-435)

GDO’ya ihtiyacımız yok!

Biyogüvenlik Kurulu 3 yeni GDO’lu hayvan yemine ithalat izni verilmesi için çalışma başlattı. Biyogüvenlik Kurulu’nun 11 Ocak’ta açıkladığı karara göre GDO’lu 1 soya ve 2 mısır ürününün ithalatı için Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği’nin (BESD-BİR) talebi kabul edildi ve değerlendirme sürecinin başlamasına karar verildi. Bu ürünlere de ithalat izni çıkarsa Türkiye’de ithalatına izin verilen GDO’lu hayvan yemi sayısı 39’a çıkacak.

Biyogüvenlik Kurulu’nun açıklaması şöyle:

“BESD-BİR’in 8 Kasım 2017 tarihli FG 72 soya çeşidi ve 28 Aralık 2017 tarihli MON87427 ve DAS-40278-9 mısır çeşitlerinin yem amaçlı kullanma başvurularının kabulüne, değerlendirme sürecinin basitleştirilmiş işlem kapsamında yürütülmesine, oluşturulan risk değerlendirme ve sosyo-ekonomik komitelerinin görevlendirilmesine, komite üyeliğinden zaruri nedenlerle ayrılan üyenin yerine uzman havuzundan yeni bir üyenin Kurul Başkanı tarafından atanmasına karar verilmiştir.”

GDO’lu ürünlerin doğrudan gıda ürünlerinde kullanımı yasak; ancak hayvan yemi olarak kullanılabiliyor ve bu niyetle kullanılıp ithal edilebiliyor. Bu durum gıda güvenliğimiz konusunda çok büyük bir tehlike ve belirsizlik doğuruyor. Öncelikle GDO’lu yemlerle beslenen hayvansal ürünler aracılığıyla GDO dolaylı yoldan soframıza gelebiliyor; ikincisi de GDO’lu ürünler hayvan yemi olarak kullanılmak üzere ülkeye girdikten sonra bu ürünlerin hangi alanlarda kullanıldığına dair bir takip sistemi yok.

Mart 2017’de Hürriyet Gazetesi’nin haberiyle ortaya çıkan Adana’daki GDO’lu ekmek örneğinde olduğu gibi, söz konusu GDO’lu ürünler çeşitli gıda üretiminde kullanılabiliyor. Üstelik bu durumu GDO’lu ekmek skandalı sonrası eski Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, 2016-2017 yıllarında yapılan GDO denetimlerinde 7 üründe GDO tespit edildiğini belirterek doğrulamıştı. Bakan Çelik GDO’lu ürünlerin ne olduğunu ve hangi firmalar tarafından üretildiğini açıklamadı.

GDO’lar yerine ekolojik tarım ve mera hayvancılığı desteklenmeli!

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, biyolojik çeşitliliğimizi tehdit ediyor. GDO, yemler yoluyla hayvan dokusuna geçerek insana da zarar verir. Bazı GDO’ların kanser, alerji gibi hastalıklara neden olabileceği araştırmalarla da ortada. Ayrıca pek çok GDO çeşidinin sağlık açısından nasıl bir tahribata yol açacağı henüz bilinmiyor bile. Yani durum, düşündüğümüzden daha vahim.

Ekolojik tarım, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içeren bir tarım şekli olduğu için sentetik, kimyasal ilaçlar ve kimyasal gübrelerin kullanımına karşıdır. Üretimde, ürünün kalitesini yükseltmeyi amaçlar. Organik tarımla üretilen ürünlerde GDO kesinlikle yasaktır.

GDO’lu hayvan yemlerinin ülkeye girişi derhal yasaklanmalı, GDO değil, ekolojik tarım ve mera hayvancılığı desteklenmeli!

Türkiye, doğru bir ekim/üretim planlamasıyla hayvan yeminde kendine yetebilir duruma gelebilir ve bu duruma gelinceye kadar da GDO’lu hayvan yemi yerine GDO’suz hayvan yemi ithal edebilir. GDO’yla ilgili esneme tedbirler yerine, doğal yaşamın sürdürülebilirliğini esas alan ekolojik tarımı teşvik edici düzenlemeler beklediğimiz Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın, GDO’yu sınırlarımızdan sokmayarak, hayvan yeminde ve gıdada kendine yeterli bir ülke olma yolunda adımlar atmasını bekliyoruz.

Giderek artan tehlike: Kızarmış gıda tüketimi

Giderek artan tehlike: Kızarmış gıda tüketimi

Kızarmış gıdaların tüketiminin giderek arttığını belirten uzmanlar, trans yağ ve doymuş yağ asitlerini içeren besinlerin, insan sağlığını olumsuz etkileyerek çeşitli hastalıkları beraberinde getirdiğini söylüyor. Çin’de yapılan bir meta-analizden yola çıkan Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Rıza Kaya, dünyada kızarmış gıda tüketenlerin özellikle kalp yetmezliği ve inme gibi rahatsızlıkların yaklaşık yüzde 40 oranında arttığına dikkat çekerek, sağlıklı beslenmenin önemini vurguladı.

DAMAR SERTLİĞİNE NEDEN OLUYOR

Kızarmış gıda tüketiminin, dünyada fast-food zincirlerinin artmasıyla birlikte çocuklarda ve yetişkinlerde giderek arttığının altını çizen Dr. Kaya, “Özellikle gıdanın kızartılması, uzun süredir tercih edilen ve gelişmiş-gelişmekte olan ülkelerde gıdanın daha uzun süreli saklanması için kullanılan bir yöntem. Tabii kızartma sırasında kullanılan doymuş yağlar, trans yağlar, bu besinlerin tadını ve doygunluğunu artırıyor. Ancak bu artış, vücutta çeşitli zararlar maddelerin artışına sebep oluyor. Özellikle trans yağlar ve doymuş yağ asitleri, kötü kolestrol dediğimiz, LDL kolestrol düzeyini yükseltiyor. İyi kolestrol dediğimiz, HDL düzeyini düşürerek damar sertliğine sebep oluyor. Bu şekilde gıdaların tüketimi şişmanlık ve obeziteye sebep olup, kalp damar hastalıkları, inme, diyabet, hipertansiyon gibi hastalıkların da oranını artırıyor” dedi.

KALP YETMEZLİĞİNİ YÜZDE 40 ARTIRIYOR

Kızarmış gıda tüketimi ile ilgili bir araştırmadan bahseden Dr. Kaya, “En son Çin’de, özellikle kızarmış gıda tüketenler ile tüketmeyenlerin karşılaştırıldığı birçok çalışmanın meta-analizde yaklaşık yüzde 40’a yakın kalp yetmezliği ve inme oranını artırdığı saptandığını görüyoruz. Yine bu çalışmada, haftada yaklaşık 114 gram ek kızartma tüketiminin kalp krizi ve inmeyi yüzde 3, kalp yetmezliği oranının yüzde 12 kadar arttığı bulundu. Bu yüzden evde hareketsiz kaldığımız pandemi sürecinde, beslenme düzenimizi değiştirerek bu dönemi bir fırsata çevirmek iyi olabilir. Özellikle evde çocuklara kızartılan patates ve tavuk gibi besinleri en aza indirmek gerekir. Kızartma yerine buharda pişirme, haşlama veya ızgara türlerini tercih etmek daha faydalı olacaktır” diye konuştu.

OBEZİTENİN BAŞLICA NEDENLERİNDEN BİRİ

Çocuklarda kızartılmış gıda tüketimi, obezitenin başlıca sebeplerinden biri olduğunu belirten Dr. Kaya, “Kalp damar hastalığı; kalbin damarlarında ve vücuttaki diğer damarlarda oluşan tıkanmalar çocukluk çağından itibaren başlıyor. Çağımızın en büyük tehlikesi obezite ve çocukluk çağında çok fazla görüyoruz. Çocuklarda beslenme şeklinin değişmesi lazım. Buna okul, ev ve dışarıdaki herhangi bir yer dahil. Yine yetişkinlerde de aynı şekilde bir düzen oluşması gerekiyor. Özellikle fast food zincirlerinde ve restoranlarda beslenmekten kaçınılmalı. Daha çok zeytinyağı ve fındık yağı bulunan ev yemekler ya da doymamış asiti yüksek olan besinler tercih edilmeli” diyerek aileleri uyardı.

Çocukların sevgilisi çilek market ve pazarda yerini aldı!

EWG (Environmental Working Group)’nin ABD Tarım Bakanlığı verilerinden hareketle derlediği habere göre çilek sakınmamız gereken zehirli sebze ve meyveler listesinde birinci sırada. Bu sebeple EWG, tüketicileri organik çilek almaya çağırıyor.

Çilekte hormon olması ise gıdada doğru bildiğimiz yanlışlar listesinde herhalde ilk sıralarda olsa gerek…

EWG’nin analizine göre, ABD Tarım Bakanlığı’na bağlı bilim adamlarının 2015-2016 yıllarında yapmış oldukları testlerde, diğer tüm ürünlerde her bir numune ortalama 2.1 farklı pestisit kalıntısı içerirken, bu oran çileklerde 7.8 olarak tespit edildi.

ABD Tarım Bakanlığı’nın yapmış olduğu bu testler, çileğin, tarlada toplandıktan sonra ve yemeden önce yıkansalar bile, pestisit kalıntılarından arınmadığını gösteriyor ki günümüzde kullanılan nerede ise tüm zirai zehirler artık sistemik, yani meyvenin bünyesine giren zehirler.

Ocak 2015-Ekim 2016 tarihleri arasında ABD Tarım Bakanlığı 1174 konvansiyonel çileği test etti. Bu testlerin sonuçları özetle şöyle:

-Hemen hemen tüm örneklerde (%99) en az bir pestisit türü kalıntısı tespit edildi.

-% 20’sinde 10 veya daha fazla pestisit türü kalıntısı tespit edildi.

-Bu örneklerin en kirlisinde 22 farklı pestisit kalıntısı vardı.

-Çilek örneklerinin tamamında çeşitli kombinasyonlarda 81 farklı pestisit kalıntısı tespit edildi.

Çileklerde tespit edilen pestisitler ne kadar tehlikeli?

Tespit edilen pestisitlerin bazıları insan sağlığı açısından tehlikesiz. Ancak bazıları kanser, üreme ve gelişimsel hasar, hormon bozukluğu ve nörolojik problemlerle bağlantılıdır.

Pestisitlerden kaçınmak isteyenler için, EWG her zaman organik olarak yetiştirilen meyveleri tüketmelerini tavsiye ediyor.

Doğru bildiğimiz yanlış: Çilekteki hormon…

Çilekte hormon kullanımı “gıdada doğru bildiğimiz yanlışlar” listesinde herhalde ilk sıralarda yer alıyor. Çilekte ne ürünü döllemek için ne de irilik için hormon kullanılmıyor. Çilek kendini dölleyen bir meyve. İriliğin sebebi ise çileğin çeşidi ile ilgili. Son yıllarda kullanılan çilek çeşitleri ise ihracat başta uzun mesafelere dayanıklı olabilmesi için üretilen çoğu ABD kaynaklı çeşitler. Bu çeşitlerin iriliği hormon değil ırksal olan bir özellik. Çilekte iriliğin ikinci bir sebebi ise hasat yılı ile ilgili. İlk yıl ekilen çilekler ilk sene iri taneler yaparken, ikinci ve üçüncü yıllarında daha küçük ürünler vermekte. Hem iri ürün alabilmek için hem de çilekte görülen kökte gelişen hastalıklar sebebi ile çilekler özellikle güney bölgelerimizde her yıl sökülüp yeni fideler dikilmekte ve dolayısı ile tüketici pazarda, markette iri çileklerle karşılaşmakta.

Peynir Faydaları

Peynir neredeyse herkes tarafından sevilen ve sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi haline gelen bir süt ürünüdür. Beyaz peynir enerji değeri yüksek ve protein, kalsiyum ve B2 vitamini yönünden zengin bir besindir.

Peynir A, C,D, E ve K vitaminlerini içermektedir ve A vitamini açısından inanılmaz zenginidir. Bunun dışında organizmanın sağlığı için hayati önem taşıyan B12 ve B6 vitaminleri içermektedir. Bunun yanında tiamin, riboflavin, niasin, folat, pantotenik asit ve kolin de içermektedir.

Peynirin içerdiği besinler sağlık açısından birçok fayda sağlar, kemik sağlığının korunmasından diş çürüklerinin engellenmesine, içerdiği B vitaminleri kopleksi sayesinde beyin ve zihin sağlığından kanserin önlenmesine kadar bir çok konuda sağlığımıza hizmet etmektedir.

Beyaz Peynirin; 100 gramında 309 kcal kalori, 1 diliminde yani 30 gramlık miktarında 92.7 kalori bulunmaktadır.

Peynir yüksek besin değeri taşıdığından dolayı sağlık için çok faydalı bir besin maddesidir. Doğal peynirlerin içerdiği vitamin ve minerallerin değerleri çok yüksektir. İnsan vücuduna birçok faydası olan peynirin katkılarını şu şekilde sıralayabiliriz;

  • Vücudun kalsiyum ihtiyacının büyük bir kısmını karşılar.
  • Kemikleri güçlendirir.
  • Kemik erimesini engeller.
  • Dişleri kuvvetlendirir. Diş minesine fayda sağlar, çürük oluşumunu engeller.
  • Hafızanın kuvvetlenmesini sağlar.
  • Sinir sistemine fayda sağlar.
  • Şeker hastalığına karşı korur.
  • Protein ve vitamin açısından oldukça zengindir.
  • Kalp hastalıklarını riskini azaltır.
  • Güçlü bir antioksidandır
  • Zayıflamaya ve kilo vermeye yardım eder. Düzenli kilo vermek isteyen kişiler diyet listelerinde mutlaka peynire yer vermelidir.
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir.
  • A,B ve D vitaminlerini içerir.
  • İshali önler.
  • Kansere yakalanma riskini azaltır. Özellikle meme kanseri, prostat kanseri ve mide kanserine karşı koruma sağlar.
  • Yüksek tansiyona iyi gelir.
  • Kolestrol ve kan basıncını düzene sokar.
  • Göz sağlığını korur.
  • Saç bakımında faydalıdır.
  • Cildi canlandırır. Yaşlanmayı geciktirir.
  • Bağırsak bakterileri ve bağırsak florasını korur.
  • Dişlerde plak oluşumunu engeller.
  • Tükürük salgısını uyarır.
  • Kötü huylu tümörlerin oluşumunu engeller.
  • Uyku sorununu giderir.
  • Zihin yorgunluğu ve strese iyi gelir.
  • Peynir migrene iyi gelir.

Yeni restoran açan birisinin acı ve gerçek itirafları

“Yeni restoranın açılması müşterilerden çok toptancıların ilgisini çekmişti. İlk gelen sezonluk su stoğumu bana satmaya çalışan bayi oldu. Toptan alırsam, büyük su 35 kuruşa, küçük su 15 kuruşa
geliyordu…

Onun ardından toptan gıdacı, meşrubatçı ve biracılar da geldi tabii.

Buraya kadar her şey normaldi…

Ancak arkası kapalı, üzerinde hiç yazı bulunmayan kamyonet geldiğinde ilk şokumu yaşadım.

Adam kaşar peyniri satıyordu. Kilosu 6,5 liradan… Ben, “Nasıl böyle ucuz satıyorsun?” deyince de adam açık açık söylemekten çekinmedi, “Abi bu dandik kaşar ama kimse ayırt edemez. Bak al bi parça…”

Nutkum tutulmuştu.

“Zararlı değil abi, patates püresine yağ ve kaşar aroması koyuyorlar…” demez mi?

O şokla adamı nasıl gönderdiğimi hatırlamıyorum.
Ertesi gün daha beterdi…

Kıymacı, köfteciydi gelen… Kilosu 3 buçuk liradan kıyma satıyordu…

Sinirlerime güç bela hakim olup kıyma denilen seyin muhtevasını sordum… Et aroması, tavuk deri ve
kemikleri, soya vs gibi “Zararsız” maddelerden üretiliyormuş.

Adam öğünerek, “Her şey dahil otellerden alan var abi” dediği an kıçına tekmeyi yedi tabii…

Adamı kovdum kovmasına da, bu iş fena halde aklıma takıldı.

Kardeşim bu memlekette sahte olmayan bir şey yok mu?

Ben bu tip restoranlarda yemek yedim mi acaba? Yediysem kaç kere? Bu işin ucu nereye kadar gidiyor?

Oturdum bilgisayarın başına, başladım araştırmaya…

Aman tanrım! Neler neler varmış bu memlekette?

Yahu neredeyse gerçek bir şey yok piyasada. Her şeyin aroması var.

Üstelik bunlar internette online olarak satılmakta.

Aromalar saymakla bitmiyor.

Acı Biber Aroması, Acıbadem Aroması, Ahududu Aroması, Alabalık Aroması, Ananas Aroması, Anason Aroması, Antep Fıstığı Aroması, Ayran Aroması, Bal Aroması, Bergamot Aroması, Böğürtlen Aroması, Çam Sakızı Aroması, Çedar Peyniri Aroması, Ceviz Aroması, Çikolata Aroması, Çilek Aroması, Et Aroması, Fındık Aroması, Fıstık Aroması, Keçi Peyniri Aroması, Keçi Sütü Aroması,
Kekik Aroması, Kimyon Aroması, Koyun Peyniri Aroması, Koyun Sütü Aroması, Parmesan Peyniri Aroması, Tereyağı Aroması, Yoğurt Aroması, Zeytin
Aroması, Zeytinyağı Aroması, Ekmek Aroması…

Yahu, ekmeğin bile aroması var. Çakma ekmeği nasıl yapıyorsunuz kardeşim? Neden yapıyorsunuz?

Araştırdım, ekmekte durum bildiğiniz gibi değil…

Unun beyazlatıcısından tutun da maya besleyicisine (Yahu maya besleyici satıyor adamlar. Ninem ekşi mayadan, nohuttan yapardı ekmeği) hacim arttırıcısına kadar neler neler var. Adam gibi ekmek bile yedirmeyecekler bize.

Kahvelere köpük yapıcı satıyorlar yahu…

Köfte kızartılırken hacminin küçülmemesini sağlayan kimyasallar var.

Bilumum E-bilmemkaç maddelerini gördüm. Yeminle bin civarında ‘E’li madde var…

Bir o kadar da ‘E’siz katkı maddesi piyasada…

Tam bunları okurken, sahte kolacı, “ucuz” viskici, yaban domuzcu akın akın geldi…

Bunca gelen arasında bana da toplu halde geldiler, iyi saatte olsunlar…

Bütün bunları yaşayıp öğrendikten sonra tımarhanelik olmadığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

İşte bu yüzden pılıyı pırtıyı toplayıp dükkânı kapattım ve bu işe bir daha girmemeye, hatta turistik yerlerde iyi tanımıyorsam, restoranlarda yemek yememeye karar verdim.”